İNSAN OLMAK
“İçinde yaşadığımız dünyanın zor bir alan olduğundan yakınarak zamanı tüketmek yerine, onu ve gerçeklerini olduğu gibi kabul etmek zorundayız.” diye bir cümle yer alıyordu Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” adlı kitabında.
İnsan olmak elbet öyle kitaptan öğrenilecek bir şey değil. “Karar verdim insan olmaya” demekle de olunmuyor üstelik. Her ne kadar hayat bizi bu yönde zorlar gibi görünse de aslında insan olmak için aldığımız kararların tüm inisiyatifi hep bizde.
Pek çok kez kadın olmak, çocuk olmak üzerine yazılar yazan ben, şimdilerde durumu o kadar spesifik bir noktaya getir(e)meden, sadece “insan” olmak üzerine yazıyorum!
İçinde yaşadığımız dünyanın ne kadar zor ve acımasız olduğunu arka arkaya yaşadığımız yürek sızlatan olaylarla görüyoruz. Bu ülkede aklımıza, yüreğimize her gün yeni bir acı kazınıyor. Kanayan yaralarımız hiç kabuk bağla(ya)mıyor.
Düne kadar yaprak toplamaya giderken hayatını kaybeden işçilerimize, şiddet görerek öldürülen kadınlarımıza, tecavüze uğrayan çocuklarımıza üzülen bizler şimdi bambaşka bir yaranın acısını sarmaya çalışıyoruz; Suruç’un. Şehir, adres, yer bu durumlarda pek de önem teşkil etmiyor. Neticede insan sarsılıyor, insan yaralanıyor, insan can veriyor.
Ve bu yaşananlarla birlikte insanlığımızda zor bir sınav veriyor. Kurulan cümlelere kullanılan kelimelere ve söylemlere bakıldığında her şeyden önce insan olabilmenin ne büyük bi’ maharet olduğu bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Bu tip toplumun vicdanını yaralayan olaylarda benim aklıma hemen bir soru geliyor; temennilerle, yardımlarla yaralar ne kadar sarılıyor, yürekler ne kadar iyileşiyor bilmiyorum zira kolayca geçmediği, iyileşmediği ortada da peki ya sorumluluk? Yaşanan bu acıların, gencecik yaşamını yitiren canların sorumluluğunu kim üstleniyor? Hiç kimse. Yine her zamanki gibi işin o kısmı göz ardı edilip, şehit olmanın kutsallığından bahsediliyor!
Bence siyasilerimiz-yöneticilerimiz, görüşleri-ideolojileri ne olursa olsun topu birbirlerine paslamayı, acıları paylaşmayı, şehit naraları atmayı, ölenleri kutsamayı bugün bir kenara bırakıp şunu düşünsünler; bu ülkede kadınlar, çocuklar, gencecik fidanlar neden ölüyor, sorumluluk kimin? Eğer bu sorunun yanıtını kendilerine dürüstçe verebilirlerse belki o zaman bu yaşananlara çözümde bulabilirler. Yoksa toplumun vicdanını yaralayan bu tip durumlarda yaptıkları konuşmalarda ancak acıları paylaşmaktan, şehit mertebesinin kutsallığından bahsedebilirler. Dedim ya işte yazının başında da insan olmak bambaşka bir meziyet nihayetinde…
Emine Karaoğlu